AŞKIN KİMYASI
Geçen gün seyrettiğim bir filmde aşık olduğumuz kişinin, çocukluğundan kalma güzel tadları ve hatıraları anımsattığını; o yüzden hemen herkese göre aşık olunacak adamın farklılık gösterdiğini anlatıyordu.
Minik mis gibi kokan çilekler, çalılıklardan toplanan böğürtlenler, ağzımızda suya dönüşen tatlı bir karpuz, çocukken oynamaktan en çok zevk aldığımız arkadaşımızın saç rengi, yüzündeki bir gamze, en sevdiğimiz oyuncak bebeğin gözlerinin rengi ve parlaklığı, çok sevdiğimiz bir aktörün bakışlarının derinliği; yani yaşamımızda bizde heyecan uyandıran ne varsa, aşık olduğumuz insanın bizde bıraktığı tad, beynimize gönderdiği seratonini harekete geçiriyormuş. Ve aşık oluyormuşuz.
Ailede sevgi problemi olan erişkinlerde sevgiye duyulan açlık ; sevgilide kapatılmaya çalışılıyormuş. Ama bunun, bir nevi hastalıklı bir saplantıya dönüşme olasılığı çok yüksek, kaybetme korkusu, sahip olunan sevginin bir daha asla yeniden yaşanamayacağı korkusunun insanlarda verdiği panik; kişi için yapılan en büyük yaraya dönüştüğü anda, onu karşınızda gerçek bir düşman olarak da bulmanız çok mümkün.
Bir şair "İnsan en çok en sevdiğini öldürür" der. Bunun sebebi işte o beyne giden aşırı dopamin ve noradrenalin bir süre sonra bütün psikolojik dengeleri bozacak kadar, kişiyi normal yaşamdan koparmasıdır. Bu maddeleri, bağımlılık yapan sentetikler de tetikliyor, bir düşünün..
Bir psikiyatri uzmanı, bir yazısında, "Aşık olan kişiler; kalbin daha hızlı çarpması, yüzün kızarması ve ellerin terlemesi gibi tepkiler veriyor. Bu durumdan vücutta salgılanan dopamin, noradrenalin ve feniletilamin sorumlu. Dopamin yoğun mutluluk, yoksunluk ve bağımlılıkta önemli rolü oynuyor. Noradrenalin adrenaline benziyor. Adeta ayakları yerden kesiyor ve kalp çarpıntısına neden olup heyecan yaratıyor. Aynı zamanda dikkat, kısa süreli hafıza, hiperaktivite, uykusuzluk ve hedefe yönelik davranıştan sorumlu. Yüksek dopamin seviyeleri noradrenalin ile ilişkili.
Bu iki hormonun birlikte salgılanmasıyla sevinç, yoğun enerji, uykusuzluk, yoksunluk, iştah azalması ve artmış dikkate neden oluyor. Aşık olunduğunda salgılanan bu hormonlara uzmanlar "aşk iksiri" adını veriyor. "
Birbirine benzer kişilere aşık oluyoruz. Bu bize zarar verse de ; kopyalanmış kişilikler bizde aynı tramvaları yaşatıyor eninde sonunda. Ya da şöyle düşünelim; belki de o tarz kişiler için aşık olunan kişileriz.
Ben ilk adımı atan biri hiç olmadım. Ama hayatım boyunca (küçük bir kaç alternatif dışında) daima tutkuyla aşık olduğum adamlar fiziksel anlamda, yaşam tarzı anlamında, kişilik anlamında birbirine benzedi. Aşkını ifade ederken baş döndüren ifadeler kullanan adamlardı. Kötü olan pek çok özelliği de içlerinde taşıyorlardı ama bu daima buz dağının görünmeyen tarafı oldu.
Love is blindless.. Aşk bir körlüktür.
Öpüşürken çilek kokusu, sevişirken pudra ve ekşi böğürtlen kokusudur. Gözyaşlarını öperken bir ikrisi içersiniz, göz bebeklerini seyrederken oradan onun ruhuna girer, en mahrem yerlerine dokunursunuz. Küçük odalarda gezinir, beş yaşındaki hali kadar masum bakan bir yüzü avuçlarınızın içine alır, sımsıkı sarılırken onu göğüs kafesinizden içeri alır ve "ben ve sen" değil ; "biz" olmayı başarırsınız.
Aşk çıplaklıktır. Fiziki bir çıplaklık değil, ruhunun çıplaklığıdır. "Ben, dünyaya geldiğim andan bu güne kadar ne kadar "giz"im varsa; senin için kalınca bir kitap yaptım, al bunu oku" demektir. "Beni anlamana ihtiyacım var " demektir.
Aşk, insanı ya melek, ya şeytan yapar. İlişki içindeyken meleksel özellikler, ilişkinin bitiş anında şeytansal özelliklere dönüşür, ki bu da aslında çok normaldir. Bitiş anında bile "kişiliğini korumayı başarabilmiş kişilere; gerçekten erdemli kişiler diyoruz" ama maalesef yeryüzünde çok az insanda bu özellik mevcut. Bunun eğitim ile, görgü ile hiç bir alakasının olmadığını söylemenin pek bir anlamı yok aslında, hepimiz biliyoruz bunu.
Çok seven kişi, nefret eden kişiye neden dönüşür?
Çünkü aşk insana maskeler taktırtır, gerçek kişilik aşkın söndüğü , tükendiği anda ortaya çıkar. Aslında o, sizin aşıkken tanıdığınız kişi değildir, bir tarafını göstermez, bastırır, örter, gizler; siz yıllarca hiç bilmezsiniz.. Göstermez, çünkü o tarafı ile doğru orantılı olarak sizi kaybedeceğini bilir. Sizin varlığınıza duygusal anlamda ya da başka türlü sebeplerden dolayı ihtiyacı vardır. Ayrılıktan itibaren, o maskeler düşer.. Karşınızdaki adam artık bir Süpermen değil, gazeteci sıkıcı biryantinli yada yağlı saçlı Clark Kent'tir artık. Ne kırmızı donu vardır, ne mavi pelerini , ne kıçının arasına kaçan taytı.. Üstelik uçmasını değil, yaşamasını bile beceremeyen biridir artık o..
Ayrılık bir yoksunluk krizidir. Her iki taraf için de durum böyledir. Ama bir taraf daha fazla çuvallar. Bir taraf daha fazla kişilik kaybına uğrar. Bir taraf daha fazla yara alır.
Bir taraf daha fazla özgüvenini kaybeder. Bir taraf daha geç yeniden aşık olmayı başarır..
Aşk yemyeşil bir ormanda oksijeni içine çektikçe , yaşadığının farkına vardığın ; ama aniden bir bataklığa saplanıp çırpındıkça battığın bir çamurdur aynı zamanda..
Gerçek bir aşkta, o bataklıkta olduğu gibi bütün varlığın yokluğa karışır, ta ki ormandan geçmekte olan bir prens yeniden size elini uzatana dek..
0 yorum:
Yorum Gönder