SAN DİEGO'DAN CORONADO ADASINA



California'nın en güney ucunda Meksika sınırına yakın bir tatil kenti : San Diego. 

Havaalanı o kadar çok şehir merkezinde ki, uçak iniş yaparken tedirgin olmamak imkansız. O apatmanlarda oturanların da her uçak gürültüsünde aynı tedirginliği duyduğuna eminim. Sıcacık bir şehre indik ve büyük bir şehir olmasına rağmen, bir kıyı kasabası samimiyeti var burada. Burası Amerika'lıların tatil için en çok tercih ettikleri yerlerden biri. Filmlerde gördüğümüz o sörf yapan genç çocuklar Pasifik okyanusunun, işte tam da bu şehre vuran dalgalarında eğleniyorlar. Ve harikalar.


Burası aynı zamanda Amerika Deniz Kuvvetleri'nin Pasifik Kuvvetleri ana üssü. Ve Amerika'nın en kuralcı ve yasakçı şehri de diyebiliriz. Eğer Amerika vatandaşı iseniz, kimliğiniz; eğer benim gibi bir turistseniz pasaportunuz olmadan sokağa çıkamazsınız. Her an her yerde polis ya da gittiğiniz restaurant'da garsonlar pasaportunuzu sorabilir. Ve yemek servisi bile alamayabilirsiniz. 

Gece 12'den sonra içki satışı yasak, sadece kapalı mekanlarda içmeye devam edebilirsiniz, üstü açık mekanlarda anında önünüzden içkiniz alınıp içeriye taşınıyor, ve siz ne olduğunu anlayamıyorsunuz. Sigara , bırakın barlarda kapalı mekanlarda bazı sokaklarda bile yasak. 

Amerika'nın en güzel kızlarının (şu kiplerde oynayan sütun gibi kızlar) kafanızı çevirdiğiniz her yerde görmeniz sizi komplexe sokabilir. Bunun Latin kızlarının en çok bulunduğu şehir olmasıyla kesinlikle çok yakından ilgisi var. Burası Amerika'nın lüx yaşamını, Latinlerin de olağanüstü güzelliğini alarak; parlayan bir şehir. En güzel kıyafetle , en güzel halinizle bile San Diego'ya gitseniz; bir tık geride kalıyorsunuz. Bu estetik görüntülerle yarışmanın , öne çıkmanın imkanı yok.


Amerika'nın hemen her yerinde bir restaurantlar zinciri olmasına rağmen, ilk kez San Diego'da Hooters'a giriyoruz. Burası bir fast food gibi ama değil gibi de, aynı zamanda. Özellikleri size servis yapan kızlar; kesinlikle iri göğüslü, kalem bacaklı, manken gibi kızlar sizi olağanüstü bir neşe ile karşılıyorlar ve sizi masaya oturtuyorlar, menüden bahsediyorlar; gülümseyerek ve çok flörtöz bir şekilde. Ama asla onlara sarkamazsınız ; anında kolunuzdan bacağınızdan tuttukları gibi sokağa atarlar, ne olduğunu şaşırırsınız. Yanımdaki iki erkek arkadaşım ; heyecandan çok acılı bir tavuk siparişi verdikleri için onlara uymak zorunda kalıp ; yerken acıdan üçümüzün de ağlarken , kızların üzülüp yanımıza toplanmaları tam bir komedidir. 

Gece şehir merkezinde 12'den sonra açılan çılgın kulüplerin önündeki kuyruk o kadar uzun ki; minicik etekle saatlerce tir tir titremekten beyniniz uyuşuyor. Nisan'da San Diego buz gibi çünkü. Ve o kadar bekledikten sonra pasaportumuz yanımızda değil diye içeri girememek daha bir acı. Bir pub'a gidip kimin yanındaki, kimle sevgili, o kız bunla gelmişti şimdi şunla elleşiyor; şu adam bana baktı, az önce kızla öpüşüyordu demekten devrelerinizi cızır bızır yanıyor. Anlıyoruz ki, içeriye girdikten sonra alkolün olduğu ortamda kimin eli kimin cebinde belli değil. Sanırım bazen güzel bir şey bu. 

Ertesi gün sahilde bir Tai Restaurant'ına gidiyoruz. Adı aklımda değil ama hayatımda yediğim en lezzetli şeylerdi, o lezzet halen aklımda. 

San Diego'da bisiklet taksiciliği çok yaygın. Daha önce görmediğinize eminim. Birisi bisiklet kullanıyor ve siz arkada oturuyorsunuz. 

Bu arada taksiler de var tabi ki; ve aman aman siz olun, sadece taksimetrede yazan ücreti değil, bahşişini de vermeyi unutmayın. Amerika'da her hizmet kesinlikle bahşişle dönüyor. Herhangi bir yerde bahşiş vermemek, (taksi dahil her hizmet) tam bir görgüsüzlük ve çok büyük bir ayıp. O yüzden bilenler, şehre yeni gelen turistleri uyarıyor. Ben de sizi uyarayım.



Plajları yüzmek için ideal değil. Sörfçü değilseniz ölür gidersiniz, benden söylemesi. Burada denizi sakin yakalamak neredeyse imkansız. 

Amerika'nın en pahalı şehirlerinden biridir. Fiyatlar Los Angeles'ı katlar ve geçer. Eğer paranız yoksa, homeless olmanız kaçınılmaz. 

Çok kozmopolit bir şehir burası. İran marketinden tutun da Çin marketine kadar her şey var. Çin marketi en enteresan olandı. Kurbağa bacaklarından değişik böceklere, canlı yengeçlere, canlı değişik deniz hayvanlarına ve hayatınızda görmediğiniz ne kadar yiyecek varsa herşeyi burada bulmanız mümkün. Yılan kanı, tavuk ayağı vs. ne arasanız. Biz akşam yemeği için olağanüstü lezzetli şeyler almıştık. Ve Tyson bunları bizim için bir ziyafete dönüştürdü. Çok şanslıyız.

Şehrin dillere destan parkı : Balboa Parkı. Her turistin mutlaka görmesi gereken bir park burası. İçinde yürüyüş yollar, müzeler, tiyatrolar, sanat ve kültür aktiviteleri, İçinde İspanyol mimarisi örneği olağanüstü binalar, saraylar görmeniz mümkün. En güzel fotoğraflarınız burada çektireceğinizden hiç şüphem yok. Parkın evleri lcazar Bahçe, Botanik Binası, Çöl dahil Cactus Garden , Casa del Rey Moro Bahçe, Inez Grant Parker Memorial Rose Garden, Japon Dostluk Bahçesi , Kuş Parkı, George W. Marston Evi ve Bahçeleri, Palm Canyon ve Zoro Bahçe.. Hepsini görmek için bir gün yetersiz olabilir.



San Diego'nun karşısında Coronado Adası kesinlikle görülmesi gereken olağanüstü bir yer. Adaya görebileceğiniz en göz alıcı ve çok uzun bir köprü ile bağlanılıyor.

Amerika kıtasının en pahalı evleri Coronado Adasında , karşıya geçtiğiniz anda bir anda kendinizi, başka bir dünyada buluyorsunuz. Bu evler Beverly Hills'deki evlerin çok üstünde fiyatlarda alıcı buluyor. Ve pudra gibi kumsalı büyülüyor.


Ama sıkı durun aslında beni en çok etkileyen hikayesi, ne pahalı evleri, ne kumsalı. Burası Marilyn Monroe 'nun Some like it Hot filminin çekildiği yer. Hotel del Coronado'da çekilmişti ve aynı kumsalda aynı yerde poz vermek ; çok heyecan verici.




Fakat otelin daha da önemli bir hikayesi daha var. Burası bir perili otel. Ve neredeyse bütün dünyada ünü bu şekilde. 1892 yılında otelde kendini asan 24 yaşındaki Kate Morgan halen bu otelin koridorlarında geziniyor, simsiyah yerlere kadar uzun kabarık elbisesi ile. Bu o kadar etkileyici bir hikaye ki, M.Monro'yu bile gölgede bırakan bir hikaye. 3327 numaralı odada hiç kimse kalmıyor mesela. Hatta temizlemeye bile girdiklerinde hiç bir hizmetli yalnız olmuyor. Otelde hemen herkesin bu hayalete dair enteresan hiç hikayesi var. Hatta gelen konukların hemen hepsinin gece yaşadıkları paranormal hikayeler var. 

Uçan raflardan, dökülen duvarlar, titreşen ışıklar, televizyonda aniden görünen voltaj düşmeleri, açıklanamayan sesler, garip kokular, garip ayak sesleri, camlar kapalı olduğu halde dalgalanan perdeler, yerlerinden oynayan nesleler.  Hayalet avcıları mesken tutmuş oteli bu yüzden.




O yüzden biz sadece gündüz ziyaret ettik bu oteli, kasvetli karanlık merdivenlerine aydınlıkta bile bakmak ürpertti bizi. Ama yine de barında bir kaç tane buz gibi biramızı içtik, ve hiç umursamadan otelin kumsalında güneşlenen bir dünya insanı gördük. 

Bir korku filminin içinde yer almak için, dünyanın öbür ucundan geldiğimiz gibi gittik.












0 yorum:

Yorum Gönder

Facebook Sayfam

Çok Okunanlar

Twitter Akışı

Rastgele