KENDİ ÖLÜMÜNÜN TANRISI OLANLAR



SYLVIA PLATH
Ölümü her on yılda bir denedi ve otuzlu yaşlarda başardı. Çok zeki olduğunu söylerdi yakınları. Amerikalı genç bir yazardı.

Yaşamında kazanmanın ya da kaybetmenin bir önemi olmadı. Depresyondaki biri bunun hesabını asla yapmaz. Babası Otto 'nun erken kaybı, arkasından gelen kötü bir evlilik ; kocasının başka kadınlarla olan ilişkileri, onun şair-yazar kişiliğini güçlendirirken ; girdiği ağır depresyonun da en güçlü sebebiydi. Ölümünden sonra yaşamını tarihçiler, edebiyatçılar, psikologlar incelediler.



11 şubat 1963 günü yaşamına son veren yazar, Sırça Fanus'un bir bölümünde "Bir gün bir yerde, okulda, Avrupa'da, herhangi bir yerde, o boğucu çarpıtmalarıyla sırça fanusun yeniden üzerime inmeyeceğini nasıl bilebilirdim? O sırça fanus ki, içinde ölü bir kelebek gibi tıkanıp kalmış biri için dünyanın kendisi kötü bir düştür" diye yazmıştı.

Bir gün eve kapandı, çocukları yatırdıktan üstlerini örttükten sonra tüm boşlukları battaniyeyle kapatıp, artık tek kalesi kalmış olan mutfağına girip kafasını fırına sokarak yaşamına son verdi. 
O  Sırca Fanusunun icinde kendisi için başka bir fanus yaratıp onun içinde yaşamak istedi. İşte hepsi buydu....


JOHN BELUSHI

The Blues Brothers filminin hayat dolu karakteri , muhteşem adam John Belushi.. Aslında hayatında hiç de dramatik olaylar yaşamamış olmasına rağmen ağır madde bağımlılığı onu öülme götürdüğünde 33 yaşındaydı. Yüzünde ölümün gölgesi dolaşmamış olanlardan, hayatta tanıyabileceğiniz en pozitif adamlardan biriydi. Ya da kimseye anlatamadığı , bilmediğimiz çok fazla kaldıramadığı sırrı vardı. Bilinmez tabi..

Öleceği gece Robert De Niro ve Robin Williams onu Sunset Bulvarı'nda 3 numaralı bungalow tarzı evinde ziyarete gelmişlerdi. Sevgilisi yanındaydı. Eroin ve kokoini karıştırarak enjekte ettiği için ölüm tribini çok ağır yaşadı. Sevgilisine yardım etmesini istedi , tekrar tekrar enjekte etti damarlarından..
Ve son perdesini o gece o dağınık odada tamamladı..



JIM MORRİSON

Bütün zamanların en büyük ilahlarından, çekingen ve ürkekliğini bastırabilmenin tek yolu LCD kullanmaktı. Masum, ürkek, utangaç tarafı kullandığı madde ile bastırılabilir, yok edilebilir ve üstüne çıkılabilir oluyordu. Başka bir dünyanın tanrısı olduğuna inanıyordu. Sevenleri de öyle olduğuna asla şüphe duymuyordu.

"Ölümü ilk keşfettiğim an... Ben, annem, babam, büyükannem ve büyükbabam gün batarken çölde ilerliyorduk. Bir kamyon dolusu kızılderili başka bir kamyona ya da bir şeye çarpmıştı. Kızılderililer bütün ana yola dağılmıştı; ve kanlar içinde ölümü bekliyorlardı. Babam ve büyükbabam, arabadan neler olduğuna bakmak için inmişlerdi. Ben daha çocuktum, o yüzden arabada oturup beklemem gerekiyordu. Ben bir şey görmedim. Tek gördüğüm şey garip, kırmızı boya ve yerde yatan insanlardı, ama bir şey olduğuna emindim. Çünkü onların yaydıkları dalgaları hissedebiliyor ve birden yerde yatan insanların da olay hakkında benim bildiğimden daha fazlasını bilmediklerini farkettim. İşte o an ilk kez korkuyu tattım..."

Ölüm ve yaşam arasındaki çizgide düşmeden durabilmek için çok uğraştı ; ama ölüm korkusu daima var oldu içinde..

Aşırı dozda eroinden öldüğünde henüz 27 yaşındaydı.. Bir küvetin içinde duru bir suda tertemiz bir yüzle artık başka bir dünyanın tanrısı olmuştu gerçekten de..






JERZY KOSİNSKY

Boyalı kuşun ta kendisidir o.. Kitabında (o dramatik ve ürkütücü hikayede ) kendisini anlatır. Sizin okurken tüylerinizi ürperten satırlar onun hayat hikayesidir.

Çocukluğunu, yani 6-12 yaşları arasını nazi çizmesi altındaki polonyada "aşağı ırk" olarak geçirmiş; zulüm, ölüm ve tecavüzlere maruz kalmış edebiyatçıdır.

..."'oysa hepimiz yalnız olduğumuzu, gavrila'ların mitka'ların ve öteki dostların, yaşantımızdan gelip geçtiğini bilmeli, anlamalıydık. insanlar anlaşamadıklarına göre, dilsizliğin de önemi yoktu. birbirleriyle takışır, birbirlerinden hoşlanır, öpüşür ya da tepişirlerdi. ama herkes yine kendisini düşünürdü. coşkularımız, anılarımız, duygularımız sazdan perdelerin ırmağı kıyıdan ayırdığı gibi bizi birbirimizden uzak tutuyordu. dikkati çekecek kadar yüksek ama göğe erişmeyecek kadar alçak karlı dağ tepeleri gibi, aşılmaz vadilerin ötesinden birbirimize bakıyorduk.' der kitabında..

O kadar cok yikima, cinayete sahit olduktan sonra, olumden ne kadar korkar, ne kadar cekinir ki insan. Hayatı bütün çıplaklığı ile  algılamış, yasamın bir saniye icinde insandan cekilip gidebildigini defalarca yakından görmüş ve hayatına haddiden fazla önem vermeye kalkmadan, artık kendini tatmin edebilecek bri işe yaramadigini fark ettiginde de, bu anlamsizliga son vermiştir.

Kosinski, banyo küvetinde başına geçirdiği bir naylon torbayla intihar ettiğinde elli sekiz yaşındaydı
.





KURT COBAIN

Kurt'u bence son 2 yıl daha hayatta tutan şey kızının varlığıydı. O da büyük ihtimalle babasının hırkasını giymiş, unplugged albümünü dinliyordur.

Şarkılarını dinlerken sizi bambaşka dünyalara alır götürür. Hele o "where did you sleep last night" şarkısını mtv unplugged programında söylerken üzerindeki o yeşil hırkasıyla öyle masumdur ki.. 

 Kendini av tüfeğiyle çenesinden vurdu..

Cesedi günler sonra Seattle’daki evine alarm sistemi yerleştirmek için gelen bir elektrikçi tarafından bulundu. adli tıp raporu ölüm tarihini 5 nisan 1994 olarak açıkladı.

Bıraktığı son mektupta diyordu ki;

"Hepinizin içinde iyilik var ve sanırım insanları çok fazla seviyorum. Öyle çok ki, bu beni mutsuz hissettiriyor. Üzgün, küçük, hassas biriyim.İhtiras ve anlayış yemini eden cazibeli bir karım var ve bana eski halimi çok fazla hatırlatan bir kızım.  Frances' in üzgün, kendine zarar veren, ölü bir rock'çı olduğumu düşünecek olmasına dayanamıyorum. Ve minnettarım, ama yedi yaşından beri insanlara karşı genel bir kızgınlık duydum...! Sanırım sadece insanları çok sevdiğim ve onlara çok üzüldüğüm için acı çekiyorum. Geçen yıllar boyunca mektuplarınız ve ilginiz için alevler içindeki mide ağrısı cehenneminden hepinize teşekkür ediyorum.

Ben çok kararsızım, ümitsizim! Artık eski tutkum yok, ve şunu hatırla, sönüp gitmektense yanmak daha iyidir.

Barış, sevgi ve hoşgörü dileğiyle, Frances ve Courtney sunağınızda olacağım. Lütfen devam et"





STEFAN ZWEIG


Avusturyalı yazar ve muhabir , 28 kasım 1881'de viyana'da doğdu. neredeyse bütün düyayı dolastı. Dönemin en başarılı en çok okunan yazarı haline geldi. Yazdığı kitaplardan dolayı Adolph Hitler onun en büyük düşmanı haline geldi. Kitapları yatıldı ve sürekli ölüm tehditleri aldı.

Ölüm korkusunu yenemeyen pek çok insan gibi ; o da kendi eli ile ölümü seçti. Bıraktığı mektupta;

"Kendi isteğimle ve bilinçli olarak hayattan ayrılmadan önce son bir görevi yerine getirmeye kendimi mecbur hissediyorum. bana ve çalışmalarıma böyle iyi ve konuksever şekilde kucak açan harikulade ülke brezilya'ya içtenlikle teşekkür etmeliyim. her geçen gün bu ülkeyi daha çok sevmeyi öğrendim. benim lisanımın konuşulduğu dünya bana göre mahvolduktan ve manevi yurdum avrupa'nın kendi kendisini yoketmesinden sonra hayatımı yeni baştan kurmayı daha fazla isteyebileceğim bir yer daha yoktu.

Bütün dostlarımı selamlarım! umarım uzun gecenin ardından gelecek olan sabah kızıllığını görebilirler! ben, çok sabırsız olan ben, onların önünden gidiyorum."

...Ve 1942'de karısı ile birlikte uyku hapı içerek birlikte intihar ettiler.





SERGEY YESENİN

1895 yılında Rusya'da doğan devrimci şair sanatçıdır.

Stalin'in devrimi sonrası kırsallığa duymuş olduğu özlem, yaşamış olduğu hayal kırıklığı ve sürmekte olduğu bohem hayatının getirmiş olduğu bunalımla 30 yaşında bileklerini kestikten sonra akan kanla

"şu yaşamda yeni bir şey değil ki ölüm,
ama pek öyle yeni sayılmaz yaşamak da..."

yazarak , arkasından bavul kayışı ile kendini kalorifer borularına asarak intihar etmiştir.

Ölümüyle sovyet halkının yaşadığı derin üzüntü, beraberinde " Yesenincilik" adı verilen bir intihar furyası da başlatır. Şairin mezarı başında intihar edenler yahut kendini asanlar arttıkça, yesenin'in şiir ve kitapları ivedi yasaklanır. Özetle rus devleti ve troçki yesenin'in ölüsünden dahi korkmaktadır.






VIRGINIA WOLF

1882 doğumlu İngiliz bir yazarın , yine yazar olan kızıdır. Virginia Woolf, ilk depresyonunu on üç yaşında annesinin ölümü ile yaşadı. kendi ölümüne dek birçok atak geçirdi. Evliliğinin ardından derin bir depresyona girdi.

Şiddetli atakları bir süre sonra akıl hastalığına dönüştü ve bunun kendisi de farkındaydı.

Son yazdığı satırlarda diyordu ki, 

”Sevgilim, olasılıkla yine çıldırmaya başladığımı duyumsuyorum. Bütün o sıkıntıları tekrar yaşayamayacağımı hissediyorum ve bu dönemi atlatamayacağımı düşünüyorum. Yine sesler duymaya başladım ve yoğunlaşamıyorum. Bu nedenle bana en iyi görünen şeyi yapacağım. Sen bana olabilecek en büyük mutluluğu verdin. Eğer birisi beni kurtarabilecek olsaydı bu sen olurdun. Senin iyiliğin dışında her şey benden uzaklaştı. Senin yaşamını daha fazla berbat edemem. İki insanın bizim olduğumuzdan daha mutlu olabileceğini düşünmüyorum.”

1941 yilinda bugun evlerinin yakınlarında bulunan ouse nehrine ceplerine taşlar doldurarak atlayıp intihar etmiştir.












0 yorum:

Yorum Gönder

Facebook Sayfam

Çok Okunanlar

Twitter Akışı

Rastgele