KALBİNİZİN RİTMİNİ DEĞİŞTİREN KİTAPLAR
BOYALI KUŞ - JERZY KOSINSKI
Kendinden farklı olanı insanoğlu da aynı şekilde cezalandırır. Yüzyıllar boyunca dil, din, ırk ve kültür ayrımcılığının kanla belirlediği sınırların bugün iyice cılızlaşmış bir hümanizmle ortadan kalkması olsa olsa safdilli hayalimizdir. Cicili bicili medeniyet düzeyimize rağmen bugün halen devam eden savaşlar, kültür çatışmaları ve doğanın bahşettiği kaynakların paylaşımının insanlar arasındaki dil, din, ırk gibi çeşitli farklara göre yapılıyor olması insanı bu kati umutsuzluğa sürüklemektedir.
Kara mizahın ve trajedinin büyük bir ustası olan Kosinski, insanoğlunun doğasındaki iyiliğin ve kötülüğün birlikteliğini sıklıkla hatırlatır bize. Romanın en etkileyici yeri küçük çocuğun bir kuşçunun himayesine sığındığı günlerde geçen bir anıdır. Kuşçu hayatla ilgili çok şey öğretse de, zaman zaman kötü davranabilen, karanlık tarafı da olan bir adamdır. Ve bu adam bir hayat dersi verir bizlere: Boyalı Kuş’un hikâyesi.
***
BÜTÜN DÜNLERİMİZ - NATALIA GINZBURG
Faşizmin son yılları... Bir yanda, Anna'nın ailesi: Bir türlü bitiremediği anı kitabını yazan, faşizm karşıtı, tuhaf ve kavgacı yaşlı baba, ağabey Ippolito, kız kardeş Concettina, küçük kardeş Giustino ve Bayan Maria. Öte yanda, bambaşka koşullarda yaşayan, eğitim düzeyleri farklı, zengin komşuları: Hırslı bir anne, sabun fabrikası sahibi yaşlı bir baba ve kız çocukları Amalia ile erkek çocukları Emanuele ve Giuma; ayrıca, annenin dostu Alman Yahudisi Franz. Ve Cenzo Rena. Ortak yazgı savaş ve onun roman kişileri üzerindeki etkisi her şeyi değiştirir; hiç kimse artık eskisi gibi, savaşın parçalayıp yok ettiği değerlerle yaşayamayacak, ama yeni hayaller ve umutlardan da yoksun kalacaktır. Bütün Dünlerimiz, yeni bir yaşama uyum sağlamak gibi güç bir görevle baş başa kalan savaş sonrası kuşağın hüzünlü öyküsünü en küçük bir yapaylığa düşmeden, büyük bir gözlem ve anlatım gücüyle işleyen bir romandır.
***
DOĞUNUN LİMANLARI - AMIN MAALOUF
Zevk verici ve acı çektirici bir oyun, inanç ve aldatmaca oyunu, maskeler oyunu. Onu sonuna kadar oyna, ister oyuncu olarak, ister izleyici olarak. İzleyici olman daha iyi, içinden kolay çıkarsın. "Son Kurtuluş Çaresi" yaşamama hep yardımcı olmuştur. Elimin altında olduğu için, bu çareye hiç başvurmadım. Ama ahretin direksiyonu elimin altında olmasaydı, kendimi tuzağa düşmüş hisseder ve bir an önce kaçmaya bakardım."
Olay 1976 Haziranında bir metroda geçmektedir. Yazar, romana tablodaki bir resimden söz ederek başlamaktadır. Tabloda, deniz ve o maviliğin üstündeki gemi bulunmaktadır. Yazar, bu tabloya hayran kalmıştır. Metroda bu tabloyu hayran bir şekilde seyrederken gözleri, son derece ilgi çeken bir adama takılır ve o, bu adamı takip etmeye başlar. Bu takip neticesinde her ikisi Hubert Hugles sokağında karşı karşıya gelirler. Yazar, türlü yollarla bu adama yanaşmaya başlar. Adamın yabancı olduğunu sezer ve ona yardımcı olmaya çalışır. Bu yardımlaşma sonucunda her ikisi dost olurlar. Adamın amacı, Paris'te direnişçilerin adını taşıyan 39 cadde veya sokağı gezmektir. Bu arada yazar ile yabancı arasında koyu bir muhabbet başlar. Yabancı adam, yazarın sorularına da yanıt vermeye çalışır ve ona, Paris'te dört gün kalacağını söyler. Yazar ile adamın tanışması, çarşamba akşamına rastlamaktadır.
PUSLU KITALAR ATLASI - İHSAN OKTAY ANAR
Bir kalyonun güvertesinden Konstantiniye’nin puslu sokaklarına, izbe meyhanelerden kale burcu yıkmak için kazılmış lağımlara uzanan bir düş dünyası ve bu dünyanın aslında bir düş olduğunu farketmiş bir kişi. Hepsi bir masalda bir araya gelmiş ve puslu kıtalar atlası böylece vücut bulmuş.
Puslu kıtalar atlası aslında pek çok hikaye barındırıyor içerisinde. Hepsi ayrı ayrı titizlikle işlenmiş. Sonuçta iç içe olan bu hikayeler arada boşluğa mahal vermeden birbirine özenle bağlanmış. Örneğin Alibaz’ın kendine Efrasiyab adını verip çete kurması, Arap İhsan’ın deniz maceraları, Vardapet’in lağımcı oluşu, Ebrehe’nin teşkilattaki oyunları gibi öyküler sanki apayrı birer hikayeymiş gibi anlatılıyor. Roman ilerledikçe görüyoruz ki bu hikayecikler tıpkı bir kazağın ilmekleri gibi bütün bir öyküyü oluşturan yapı taşları. Yazar bu hikayecikleri o kadar ustalıkla birbirine bağlıyor ki bazen “yok artık bu kadarına da pes” demekten kendinizi alamıyorsunuz.
Gerek dili ve anlatımıyla eski zamanı mükemmel yansıtışı, gerek hikayelerin ilerleyişi ve bağlanışındaki ustalık, gerekse ara ara serpiştirilmiş felsefi ve bilimsel kısımlar beni benden almış, bambaşka alemlere götürmüştür. puslu kıtalar atlası kelimenin tam anlamıyla “büyüklere masallar” olarak nitelenebilecek bir kitaptır. Gerçek dünyadan sıkılmış, kendini bir masalın büyüsüne kaptırmak isteyen herkesin okuması gereken eşsiz bir eserdir.
Uzun İhsan Efendi ogluna soyle der:
''Bilmek ve sahit olmak en buyuk mutluluktur.Macera ise buyuk bir ibadettir,Çunku o'nun eserini tanimanin baska bir yolu oldugunu gorebilmis degilim.
Kendi payima ben, dunyayi ruyalarimla kesfetmeye calistim. Bu, yeterince cesur olamadigimin bir gostergesi olabilir.
Ayni hatayi senin de yapmana yol acmak istemiyorum.Sana izin veriyorum,git.
Git ve benim goremediklerimi gor,benim dokunamadiklarima dokun,sevemediklerimi sev ve hatta, bu babanin cekmeye cesaret edemedigi acilari cek..Dunyadan ve onun binbir halinden korkma..''
***
BENİM ADIM KIRMIZI - ORHAN PAMUK
Benim Adım Kırmızı’da olaylar 1591 senesinin, karlı on kış günüde geçer. Daha önce de bahsedildiği gibi, romandaki olaylar geriye dönüş tekniği kullanılarak zaman genişletilmiştir. 1591 senesi, III. Murat devrine tekabül eder. Osmanlı’nın bu devirde resim ve sanata alakası artmış olup, en fazla ressam bu dönemde yetişmiş ve en fazla resim de bu dönemde verilmiştir. Yazarın, romanda varolan zaman dilimini bu tarihi devirden almasının amacı, Osmanlı resim sanatıyla beraber kültür ikililiği yaşayan Osmanlı toplumunun sorunlarını ortaya koyarak, günümüzde de hala yaşanmakta olan bu gibi sorunlara ışık tutmaya çalışmıştır. Romandaki olaylar, İstanbul’da geçer. 1591 senesinin, İstanbul’u yazar tarafından başarılı bir şekilde tasvir edilir. İstanbul hayatının, ürkek ama saldırgan, gündüzün kenarında, gecenin başucunda duran tanıkları ve sanıkları, köpekler, cemaatin içi ve dışı tasvir edilir. Yazar, 16. yüzyılın gündelik yaşantı ve şehrin fiziki yapısına dair görüntüler yüzyılın yapısına uygun şekilde tasvir edilmiştir. Yazar, İstanbul’u anlatırken diğer doğu kentlerinden de istifade eder. Arap, İran, Hint, Çin diyarlarına ait hikayelerle 16. yüzyılın doğu kentlerine atıflarda bulunarak, romanın mekan anlayışını genişletir.
....
Bu romanı, Türkiye’nin bir dönemini tarafsız bir şekilde yansıtılması sebebiyle kitabı bir solukta bitirdim. Orhan Pamuk’un Benim Adım Kırmızı’yı kurgularken çok yönlü bir araştırma yaptığını da biliyorum.
ACI ÇİKOLATA - LESLEY LOKKO
Yarım kilo soğan, iki baş sarmısak, bir tutam fesleğen, romanın her satırından fışkıran yakıcı aşkın simgesine dönüşüyor.
Yazarın ironik, neşeli ve yumuşak bir dili var; yaşam sevgisi ve tensel aşk bu dil içinde büyülü gerçekliğe bağlanıyor. Hiçbir kadın yazar, kadın dünyasını bu düzeyde dile getiremedi. Kısa zamanda on beş dile çevrilen ve yazarın senaryosuyla sinemaya aktarılan, filmi ülkemizde de büyük ilgiyle karşılanan Acı Çikolata, başta Meksika ve ABD olmak üzere yayımlandığı her ülkede satış rekorları kırdı.
***
KANATSIZ KUŞLAR - LOUIS DE BERNIERES
Kanatsız Kuşlar, Osmanlı İmparatorluğu’nun son günlerinde Güney Batı Anadolu’nun küçük bir sahil kasabasında yaşayan kuşaklar boyunca o topraklarda kök salmış -Müslüman Türkler, Hıristiyan Yunanlı ve Ermeni azınlıklar- zengin ve farklı kültürlerin öyküsü... Yerel özdeyişler üreten halk bilgesi çömlekçi İskender, çocukluklarından beri arkadaş olan Karatavuk; İskenderin’in oğlu ve Mehmetçik; birbirlerine ‘Kafir Efendi’ diye hitap eden iki farklı din mensubu Peder Kristoforos ve Abdulhamid Hoca; karısı zina suçu ile recm edilen toprak ağası ve kentin koruyucusu Rüstem Bey; Likya mezarlıklarında yaşayan ve korkunç görünümü nedeniyle ‘Köpek’ lakaplı bir adam; tüm dinlerin temsilcilerine ve Tanrı’ya lanetler savurarak ortalıkta dolanan ‘Gavur’ denilen bir diğer adam... De Bernieres’in kahramanlarıdır.
Tarihi gerçeklere dayanan, ama destansı anlatımıyla fazlasıyla insancıl, duygusal ve tensel ayrıntılarda büyüleyici çağrışımlar ifade eden Kanatsız Kuşlar muhteşem bir kitaptır..
***
OTOMATİK PORTAKAL - ANTHONY BURGESS
Yaşam bir harikadır, - dedi doktor bey kutsallara özgü kalın, okşayıcı bir sesle: - Yaşam süreci, insan vücudundaki organların tümü, bunların çalışmaları, görev bölümü yapmaları bizlerin kavrayamayacağı denli karmaşıktır. Hangi birimiz doğanın bu gizemini çözümleyebiliriz? Doktor Brodsky gerçekten büyük bir ilim adamı. İblislerle, şeytanla işbirliği yapıp iyiliği eryüzünden kaldırmayaçabalayan her sağlıklı vücut senin geçtiğin denemelerden geçince böylesine hastalanır, acı çeker.
(kitaptan bir alıntı)
Doğru nedir,iyi nedir,yanlış nedir? Tüm bu soruları sormanıza neden olan muhteşem bir kitap ,Otomatik Portakal. Yazar Anthony Burgess 'in beyninde tümör teşhisi konulduğunda oturup bir yıl içinde 6 kitap birden yazdı ve Otomatik Portakal da bunlardan biriydi.Tabii tümör teşhisinin yanlış olduğunu öğrendiğinde kitap yazmaya da devam etti.Her işte bir hayır vardır denilebilir.Kötü bir psikolojiyle bu kadar çok tartışılan filmin fikir babası oldu.
Bu kitap şiddetin mitolojisini yazar...
(kitaptan bir alıntı)
Doğru nedir,iyi nedir,yanlış nedir? Tüm bu soruları sormanıza neden olan muhteşem bir kitap ,Otomatik Portakal. Yazar Anthony Burgess 'in beyninde tümör teşhisi konulduğunda oturup bir yıl içinde 6 kitap birden yazdı ve Otomatik Portakal da bunlardan biriydi.Tabii tümör teşhisinin yanlış olduğunu öğrendiğinde kitap yazmaya da devam etti.Her işte bir hayır vardır denilebilir.Kötü bir psikolojiyle bu kadar çok tartışılan filmin fikir babası oldu.
Bu kitap şiddetin mitolojisini yazar...
***
ŞİBUMİ - TREVANIAN
Herhalde belirsiz bir anlamda üstelik yanlış olarak kullanıyorum.Yada bana öyle geliyor: anlatılamayacak bir niteliği tarif etme çabası.
Şibumi sıradan olağan görünümlerin altında yatan gizli üstünlükleri anlatır.Şöyle düşün.O kadar çok doğru bir söz ki, cesaretle söylenmesine gerek yok. O kadar gerçek ki, sahici olmasına gerek yok..
Şibumi demek bilgiden çok anlayış demek.İfade dolu bir sessizlik demek.Kendini kanıtlama gereği duymayan bir alçakgönüllük demek.Sanatta şibumi basit bir alçakgönüllüğü ifade eder.Buna sabi denir.Felsefedeyse kendini wabi olarak gösterir.Büyük bir ruhsal rahatlıktır ama pasiflik değildir.Bir insanın kişiliğindeyse....nasıl söylemeli...hakimiyet peşinde olmayan otorite mi? Onun gibi bir şey..
Şibumi gizemli ve şaşırtıcı yazardan gerçek bir kahramanın inanılmaz öyküsü üzerine felsefe ve edebiyatın iç içe bulunduğu hayranlık uyandıran bir kurgu.
Nicholai Hel, özellikleri ve özgün kişiliğiyle gerçek bir roman kahramanı. Yarı Rus, yarı Alman asıllı koyu bir Amerikan düşmanı. Şanghay'da doğmuş, bir Japon generali tarafından büyütülmüş; bir Japon bilgesinden de "Go" oyunu öğrenmiş. Öğrenilmesi çok zor olan Bask dili dahil yedi dili ana dili gibi konuşuyor. Plastik kartla ya da kurşun kalemle bir insanı rahatlıkla öldürtebilecek ustalıkları da edinmiş. Üstün düzeydeki "yakın algılama" yeteneği yüzünden fotoğrafı bile çekilemeyen bu profesyonel terörist avcısı, terörcü, korkusuz, mağaracı, yenilmez savaşçı ve gerçek filozof, günün birinde emekli olarak yaşadığı şatosundan amansız ve acımasız bir dövüşe katılmak üzere çıkıyor...
***
NIETZCHE AĞLADIĞINDA - IRVIN D.YALOM
Nihilizmi önemli bir kavram olarak ele alan Nietzsche'ın felfesini , psikolojik bir romanla destekleyerek okurun önüne anlaşılabilir bir kitap koyan psikiyatri profösörü yazarını tebrik etmek gerek.Hem bir kuramın ana hatlarını verip,hemde insanı sıkmadan gündelik yaşam üstünde düşünmeye sevketmek gerçekten büyük başarı.
...
Ümit mi? Ümit en son kötülüktür! ..Pandora'nın kutusu açılıp, Zeus'un içinde sakladığı bütün kötülükler dünyaya saçıldığı zaman, orada son bir kötülük kaldığından kimsenin haberi olmamıştı: Ümit. O zamandan beri, insanlar yanlışlıkla kutuyu ve içindeki ümidi iyi şans olarak yorumladı. Fakat Zeus'un arzusunun, insanların, kendilerini işkenceye teslim etmeleri olduğunu unuttuk. Ümit kötülüklerin en kötüsüdür, çünkü işkenceyi uzatır.(syf.90)
BİR GÜN TEK BAŞINA - VEDAT TÜRKALİ
27 Mayıs 1960 Harekatına yaklaşılırken, son 5 - 6 aylık bir zaman dilimi... Parlementer diktatörlüğün karanlığında, umutsuzcasına; el yordamıyla direnmeye çalışan bir toplum...
YIllar önce Müdüriyette yediği iki tokatla yılıp sinen; Beyazıt'ta öğrenci kitlesinin eylemi içine düşü verince tabanları yağlayan bencil, ürkek, kuşkulu ve kaypak Kenan... Evinde olabildiğince ağır iki çeki taşı; karısı Nermin ve kızı Zeynep...
Devrimci ateşi sönmüş Kenan'ın karşısına, devrimci ateşi yeni yeni alevlenmeye başlayan bilinçli, gözüpek ve dirençli Günsel çıkıyor...
Türk edebiyat tarihinin en iyilerinden.
PARFÜMÜN DANSI - TOM ROBBINS
“Parfümün Dansı” muhteşem bir hayat tecrübesiyle ortaya çıkmış, yazar Tom Robbins’in deyimiyle “hayatı deney olarak yaşamayanlar”ın kitabı... Ölümün bilinmezliğini ve ölümsüzlüğün ulaşılmazlığını konu alan; her sayfasında farklı hayatlara, farklı dünyalara götüren; başında biraz ağır gitse de sonra uçuran, sıradışı ve oldukça keyifli bir roman. İçinde herkesin kendine ait bir parça bulabileceği kadar okuyucuya yakın... Bugüne kadar üzerinde pek fazla düşünmediğimiz, öylece kabullendiğimiz, hayatın gerçekleri olarak adlandırdığımız olaylara farklı bir bakış açısı...
Ve evet, işte her şey düşünmekle başlıyor...
Nerede başladığını bilemediğimiz, sonu olmayan bir yolculuğu, kelimelerin bütün gücünü ortaya koyarak anlatır Parfümün Dansı. “Yaşam” der bu yolculuğa. Hristiyanlık’tan beş yüzyıl kadar öncesine dayanan, bitmemiş, bitmeyecek olan bir yaşam...
Her şey kokuyla birbirine bağlandı. Günlük yaşamımızda nasıl tanıdık bir koku bizi bulunduğumuz ortamdan alıp, o kokuyla özdeştirdiğimiz yere götürüyorduysa, kitapta da “koku” ölümden yaşama açılan bir kapı görevini üstlendi. Ölümle dans etti. Çünkü ölüm de artık yaşamımız, geçmişimiz olarak kaldı.
Kitapta Alobar ve Kudra’nın ölümsüzlük formülünden bahsedilirken hep dört ana madde esas alınıyor: hava, toprak, su ve ateş. Ölümsüzlük maddeleri de denebilir tabii bunlara: Aynen Aristoteles’in ay altı dünyasının tözleri gibi..
AFRİKALI LEO - AMIN MAALOUF
1488’de Endülüs devletinin başkenti granada da başlayan Fas, Tunus, Mısır, İstanbul ve Roma’ya kadar uzanan bir yaşam hikayesi.
“Benim Arapça, Türkçe, Kastilya dili, Berberi dili, İbranice, Latince, sokak İtalyancası konuştuğumu duyacaksınız; çünkü bütün diller ve dualar benim dillerim ve dualarım Fakat ben hiçbirine ait değilim Ben yalnızca Tanrıya ve dünyaya aidim; ve yakında bir gün yine onlara döneceğim”
Afrikalı Leo’nun ilk sayfasında karşılaşacağınız bu sözler tüm kitabı özetliyor sanki Gerçek bir yaşamdan çıkarılmış bir öykü olan bu kitapta Endülüslü bir tüccarın hayatı anlatılıyor Kahramanımızın asıl adı Hasan olmasına rağmen romanda bir kaç kez ismi değişiyor
ACI ÇİKOLATA, AFRİKALI LEO, BENİM ADIM KIRMIZI, BOYALI KUŞ, DOĞUNUN LİMANLARI, KANATSIZ KUŞLAR, kitaplar, NIETZCHE AĞLADIĞINDA, OTOMATİK PORTAKAL, PARFÜMÜN DANSI, PUSLU KITALAR ATLASI, ŞİBUMİ
0 yorum:
Yorum Gönder