PARDON, ARADIĞINIZ BEN MİYİM?
Şu mitolojik hikayeyi duymuşsunuzdur.. İnsanlar eskiden dört kollu, dört bacaklı, bir kafada iki ayrı yüze sahip, çok güçlü yaratıklarmış. Çok geçmeden birbirleriyle geçinememeye, türlü türlü taşkınlıklar yapmaya, savaşlar çıkarmaya başlamışlar. Tanrıları onurlandırmayı ihmal ediyor; vahşi hayvanlar misali birbirlerini öldürüyorlarmış. Savaş günlük bir oyun, dünya acınası bir yer haline gelmiş. Bu duruma sinirlenen kudretli gece tanrısı Zeus, insanları cezalandırmak için onları huzuruna toplamaya karar vermiş. Parlaklığıyla bakanların gözlerini kör eden keskin bıçağıyla, korku içinde bekleyen insanları ortadan ikiye bölmüş. İkiye bölünen parçalar o kadar korkmuşlar ki sıkı sıkı sarılmışlar birbirlerine. Tanrılar da bu işin böyle olmayacağını düşünerek, ayrılan bedenleri dünyanın dört bir tarafına dağıtmaya karar vermişler. Böylece insanlar parçalarından eksik yaşamakla lanetlenmiş ve bütün hayatlarını diğer yarılarını bulmak için harcamaya başlamışlar. Antik Yunan mitolojisinde bu efsaneyle anlatılıyor.
Ben bu hikayeyi ilk duyduğumda vapurdan inmiş bir yerlere yetişmek için koşturuyordum. Yıllar önceydi. Benimle birlikte aynı vapurdan inmiş bir genç beni durdurup bu hikayeyi anlatmıştı. Daha kısa ve üstün kötü ama gözlerinde pırıltıyı dün gibi anımsıyorum. O kocaman güzel gülümsemesini, beyaz dişlerini arada bir örterek onu susturan ama kıvrık dudaklarını dün gibi anımsıyorum.
"Beni dinlemen gerek" diye durdurup bir anda bu hikayeden bahsetmişti ve ben onun kendindeki şu fütursuz özgüvenin nereden geldiğini o an anlamıştım. Kendi bedeninin yarısı olduğunu iddia eden şu heyecanlı adam muhteşem bir ince zekaya , derin bir kültüre de sahipti.
Özgüven kadar seksi ve baş döndürücü ; sahiplenmek kadar büyüleyici ve heyecan verici bir duygu olamaz.
Dünyanın dengesi, duyguların evrenselliği hangi noktadan itibaren başladı, bilmiyorum. Eskiden aşk bir denge sorunu iken; yani ekonomik anlamda eşitlik, sosyal sınıf anlamında eşitlik, yaşlar arasında denge; hatta kadının küçük olması daha makul, evli olmak bekar olmak arasında çizilen sınırlar mevcut iken ; bir anda dünyaya sihirli bir değnek değdi ve her şey değişti.
Aşkın zincirleri ve prangaları kırıldı. İnsanlar düzgün çizilmiş yollardan ayrılmayı seçti ; trapezlerde yürümeye başladı, sarp kayalıklara tırmanmaktan keyif aldı, patika yollara dalıp bacaklarını kanatarak geçti diğer tarafa .. Sonra dünya bir anda değişti.. Olağanüstü aşk hikayeleri çıkmaya başladı. Evet, bana göre olağanüstüydü bu; hani beyninde bir dünya soru işareti bırakan , hatta kuralların dışına çıkamadan yaşayıp giden o insancıklar var ya; bence onları kafanıza asla takmayın. Kozinsky'nin "Boyalı Kuş"unu anımsayın. Boyalı kuş, sadece boyalı olduğu için tüyleri yolunarak öldürülür.
Gelecek için planlar yaparak aşık olacağın insanı seçiyorsanız ; üzgünüm size kötü bir haberim var. Siz henüz aşkın kıyısından bile geçmemişsiniz. Zeus sizin bedeninizin kalan yarısını başka bir kıtaya, başka bir adaya bırakmış ve hayatınızın geri kalanı için yaşam sadece sizin planlarınızı tatmin edecek, kalbinizi değil..
Siz hiç en mutlu olduğunuz anda bile sevgilinizin yüzünü avuçlarınızın arasına alıp gözbebeklerinizin biriken yaşlarla titrediğini hissettiniz mi? Üstelik dudaklarınızda kocaman bir gülümseme yerleşmiş haldeyken.. Birlikte en olamayacak hayallerin peşinden giderken elini avcunuzun içine daha da çok bastırdınız mı? Ellerini ezberlediniz mi mesela; en kirli hallerini, banyodan çıktığı zaman en derisinin kurumuş halini, yenmiş tırnak etlerinin kenarlarındaki kırmızı izleri, damarlarının kalınlığını, inceliğini hafızanıza kazıdınız mı? Geleceği saatte orada olmadığında, onunla binlerce konuşma provaları yapıp ; kızıp köpürüp ağlayıp, telefonunuzdan silip ; sonra da ilk kapıdan girdiği anda boynuna sarılıp omuzlarının kokusunu derin derin içinize çektiniz mi? Mesela parasız kaldınız mı, hiç olmadık bir zamanda; ve bozukluklarınızı bir araya getirirken birbirinize güldünüz mü? Siz olmadan gittiği bir arkadaş yemeğini bile sevgi yoksunluğunun başlangıcı sayıp paniklediniz mi mesela? Bir şarkıyı kendi şarkınız yaptınız mı? Yaptığınız bir yemeği beğenmesi bile kalbinizde kelebekler uçurdu mu? Seviştiniz mi , sevişirken "seni çok seviyorum" dediniz mi soluk soluğa.. Sabah birlikte uyandığınız o yataktan birbirinize dokunmadan uyanmış olmanızın verdiği bir eksiklikle kalbinize iğneler saplandı mı? Ayakkabısını, gömleğini, taktığı bir saati ya da karaladığı spor müsabakası sonuçlarını bile sevdiniz mi? Yere düşen saç tellerini biriktirdiniz mi?
Siz hiç aşkın içinden geçtiniz mi? Yara alarak, izler alarak, can çekişerek yaşamaya devam ettiniz mi?
Aradığınız ne olduğunu sorgulamadan elinden tuttunuz mu birinin?
Çok uzun yıllar önce Murathan Mungan'ın "40 Oda" kitabında sizler için (aşkın ne olduğunu bilmeden elele tutuşanlar için) "Rapunze ve Avare "adlı hikayesinde bir paragraf vardır. Madem hiç yaşamadınız ; tüm bu yazılanlar size anlamsız geleceğinden o yazılanlara kulak vermek en makulüdür..
"Demek aşk sadece bir ortam yada uyum sorunuydu. Bunun için Türk filmlerindeki analar babalar haklıydılar. Aşk acısı birkaç ay, bilemedin birkaç yıl sürer sonra da biterdi. Bu da geçerdi, her şey geçerdi. Hele şimdi, hele şimdi. Artık iyice tedavülden kalktı aşk. Büyük aşklar, soylu duygular, onulmaz yıkımlar sadece şarkılarda yaşanıyor. Bulunduğun ile, çalıştığın ortama, arkadaş çevrene, kuşatılmış değerlerine, sınırlanmış yaşamlara bağlı. Bütün bunlara göre birini seçmek ve onunla yaşamaktan ibaret kaldı aşk. Artık hiç kimse aşk için dağları delmiyor, ırmaklar geçmiyor, diyar diyar gezmiyor. Mecnun bütün çölleri tüketmiş, kimseye çöl kalmamış yeryüzünde. Kurumuş vahalarda seraplar bitmiş. O olmazsa öteki, o olmazsa bu, o olmazsa şu…
FARK ETMEZ, FARK ETMEZ. İlle de o, yalnızca o, sonsuza dek o, o, o, o diyen kalmadı. Kimse kimsenin o’su değil artık. Artık değil."
Kim bilir, belki siz de bir gün birinin yanına gidip aniden durdurup "Pardon, aradığınız ben miyim?" dersiniz.
ben o kişiyi gördüğümde soracağım soruma odaklanmışken senin yazını okudum ve senin sorunun güzelliğine rağmen yolumdan dönmedim :) tokadı basıp "neden bu kadar geciktin" diye soracağım.....
YanıtlaSilBu yorumdan etkilenmemek öyle zor ki...
Sil