BULUTLAR ALTINDA BİR KRALLIK ŞEHRİ : LONDRA



 
 
 



Tower Bridge denildiğinde ilk aklımıza gelen şey şu : dünyanın en ünlü, en iyi tanıtımı yapılan, en ünlü köprüsü. Kim aksini iddia edebilir ki?

Hava sürekli nemli ve Times Nehri sürekli çamurlu ama kimin umurunda; "Ben bu köprüden geçerim!" dedim ve dünyanın başka bir ucunda o köprü üzerinde birisine rastladım İngilizce konuşmaya çalışarak adres soran bir Türk.. Bu Türkler her yerde adres soruyorlar..

Londra'ya gidip de Tower Bridge etrafını tavaf etmeden gelinmez.. Arabayı falan boşverin. Yürümemiz gerek.. Yürüyerek göreceğiniz hiç bir şeyi araba ile transit geçerek görmeniz öğrenmeniz mümkün değil..

Burası dünyanın en özgür kenti.

Nehir boyunca yürüyüş yaparken sabahın bir vakti yerlerde sızmış gençler , elinde şarap şişesi ile uyumuş evsizler, çok şık giyimli İngiliz kontu gibi kibar kibar sohbet ederek yanınızdan geçen yakışıklı adamlar, sarı-beyaz tenli Lady Diana kopyası bir dünya kadın görmeniz mümkün. Çinli turistler, Hintliler, Türkler, Norveçliler , İtalyanlar..

Bence İtalyanlar'ın misyonu bu: dünyaya yayılıp ırkları güzelleştirip yüzüne bakılır hale getirmek. Hemen örnekleri sıralayalım : Aaron Johanson, Ben Barnes, Jim Sturgess ; tanrının insana dönüşmüş halleri.. Ve bu adamların hiç biri Prens Charles'a benzemiyor. Eskiden Hepsi Charles'a benziyordu ama şu anda hepsi yüzlerine baktığınızda yanınızdaki adamı ilk tekmeyle köprüden atıp, koşarak kolluna gireceğiniz cinsten..

(Neyse ben turistik tanıtım yapacaktım, kafam nerelere gitti, çok pardon.. )

Şehirde dolaşırken aklıma gelen bir film vardı : Trainspotting..  Dünyanın en çok madde bağımlısının olduğu şehirlerden birisi burası. Ama bana sorarsanız; eğer çok paranız varsa ve ben eğlenirken ağzım kuş gibi açıkken ölmek istiyorum diyorsanız ; doğru adrestesiniz.. Amsterdam mı ? Bana göre Amsterdam'a yüz kere tercih edilecek bir şehir Londra..

London Eye 'da dünyanın en büyük dönme dolabına bineceğim diye bütün gününüzü kuyrukta telef etmek istemiyorsanız lütfen vakit kaybetmeden P
icadelly Caddesine mütehakip kendinizi Soho'ya atın. Soho 68 kuşağının o özgür ruhunda takılıp kalmış inanılmaz bir yer..

Gece 12'de orada gezinirken bu insanlar çıldırmış diye düşünebilirsiniz ama kalan hayatını sakin bir dağ evinde hışırdayan çınar ağacı dibinde değil de, yaşamın göbeğinde geçirerek tüketeceğim diyorsanız olmanız gereken yer burası.. Öpüşen çiftler, sevişen çiftler, kahkahalar atan guruplar, düşüp bayılmış bir adam, kusmuş ağzını silen bir kız, mis gibi kokarak geçenler, leş gibi kokarak geçen tipler ; şarkı söyleyenler, küfür edenler, aristokratlar, entellektüeller, bilgililer, bilgisizler, pembe şortlu adamlar, her tarafı görünen enteresan kızlar.. Kimseye zarar vermiyorsan ; yasak diye bir şey yok burada.. Ve olman gereken ne ise 'o'sun... Rol yapmana da gerek yok..

Kendinsin : mutlusun... Hepsi bu...

Gündüz Shakespeare tiyatrosunda bir oyuna girebilir.. Çıkışta meşhur fast foodları : Fish and chips yiyebilir. Madam Tussuard 'da Brad Pitt'in yanağından öpebilir, Virginia Woolf'un elinden tutarak fotoğraf çektirebilirsiniz.

Dünyanın en lüx ve en pahalı markalarının bulunduğu Selfbridges ve Harrod çok katlı mağazalarında paranızı saçabilir; ya da başkanlık binasının önünde kominizme karşı protestolara katılabilirsiniz.

Hatta Green Park'ta Lady Diana hatırası için yapılmış çeşitli metal damgaların üzerinden geçebilir, Prens William'la her hangi bir restauranta selamlaşabilirsiniz. Hiç şaşırmayın dünyanın en alçak gönüllü prensi olduğu söyleniyor...
Kensington gardens (diananin bahceleri) , Albert memorial, Victoria Royal Albert Hall (konser salonu, bilet bulamasan da bir icini görmeniz gerek), Londra zindanlari.. Gidin, görün, gezin, gelin..

Dünya aristokrasisinin ne olduğunu da, özgür kent yaşamının ne olduğunu da, İngiliz edebiyatı ve sanatının ne kadar gelişmiş olduğunu da , protestolar karşısında devletin ne derece modern ve anlayışlı davrandığını da, insanların yıkıp dökmeden nasıl sesini duyurabildiğini de.. En üstteki devlet liderinin en alttakine nasıl kulak verdiğini göreceğiniz en güçlü  örnek bu kent..

Londra'daysanız her şekilde çıplaksınız , her şekilde insansınız...

( İşin kapitalizm ve sömürgecilik boyutunu farklı bir platformda bir makale içinde ayrıca uzun uzun yazacağım söz...  )


  2 yorum:

  1. Bir cok kez gordugum halde ,sanki hic gitmemis gibi senin gozlerinden gormek ve kaleminden okumak buyulu bir dunya'ya adim atmak gibi birsey oldu.....Kalemine saglik Albertina'cim ;)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim. Yapmak istediğim de bu, defalarca görmüş olduğunuz bir yeri bile daha renkli sunabilmek :)

      Sil

Facebook Sayfam

Çok Okunanlar

Twitter Akışı

Rastgele