ANDY WARHOL'UN FABRİKASI


Andy Warhol'u pop-art sanatının kurucusu olarak bilmeyen yoktur. Ama Factory Girl'ü izlediğim tarihe kadar onun karanlık yüzünün hiç farkında değildim.

Warhol'un başlattığı akım yani modern sanat, 1960'ların sonlarında o kadar çok tutuldu ki, tam bir fenomen dönüştü. Seri üretim malzemelerinden afişler yaptı. Mesel konserve kutularından, tenekelerden.. Kendisine o kadar aşık bir adamdı ki, bazı partilere kendi saçlarının kopyası olan peruklar gönderirdi. Cinselliğin çok ağır bastığı , pornografik kısa filmler yaptı.

Atölyesinin adı "Fabrika"ydı. Çok yakışlıklı genç adamlar, çok güzel kusursuz genç kadınlar onun sayesinde çok ünlü oldular. Bu gençlerin asla ekonomik sorunları yoktu. Sadece hayattan keyif alamıyorlardı bence. Ve onların daha keyifli vakit geçirebilmeleri için Warhol onlara bolca anfetamin türevi ilaçlar kolayca sağlıyordu. Onları işi bitene kadar sanatı (!) adına kullanıyor sonrası içinde asla umurunda olmuyordu.

Marilyn Monroe tablosu sanatçının en çok bilinen işlerindendir. Ayrıca Campbell marka çorba kutusu ve tasarımlarında kullandığı Coca Cola şişeleri de Warhol klasikleri arasındadır. "Gelecekte herkes 15 dakikalığına ünlü olacak", “Her şey poptur, pop her şeydir." söylemleriyle de tanınan Warhol'un 1966'da çektiği "Chelsea Girl" adlı filmi, ticari salonlarda gösterilen ilk underground film olarak tarihe geçmiştir.

O bir akedemiliydi, işinde yepyeni bir akımın lideriydi ve çok başarılıydı. Yaşadığı dönemde Bob Dylan, Jim Morrison , John Lennon ve David Bowie ile albüm kapaklarının tasarımında çalışmıştı.

Dick Tracy, Temel Reis gibi çizgi roman kahramanlarını resmeden Warhol, Coca Cola şişelerini de kullanıyordu. Büyük sanat eleştirmenleri Warhol'un yeteneğinin farkına 1961'de vardılar ve 1962'de çizimlerini yaptığı dolar banknotları ve Campbell marka çorba kutusu üzerine yaptığı tasarımlar, "Yeni Gerçekçilik" ismi verilen bir pop-art sergisinde sergilendi. Bu sergiyle büyük başarı kazanan Warhol artık New York'taki sanat çevresi tarafından isminden övgüyle söz edilen bir tasarımcı olmuştu. Warhol, 1963 yılında "Fabrika" adını verdiği stüdyosuna taşınarak "Red Jeckie" ve "Flower" ismini verdiği resim serilerini çizmeye başladı. 1964 yılına kadar "Fabrika"da 2000 kadar resim yapan ve bir çok film çeken Warhol, Marilyn Monroe, Troy Danahue ve Elizabeth Taylor gibi ünlü isimleri resmettiği çalışmalarıyla da oldukça popüler olmuştu.

Fabrika'nın en dikkat çeken ve ön plana çıkan ismi vardı. Biri Edie Sedgwick diğeri Jon Dallesandro..


Edie Sedgwick'in soyu kraliyet ailesinden geliyordu. Ama kronik ailesel sorunları vardı. Babası bütün aile bireyleri taciz eden hasta ruhlu bir adamdı. Edie çok zarif ve güzel bir kadındı ama babası yüzünden akıl hastanesinde yatmış ve anoreksia hastalığı tedavisi bile görmüştü. 1960'larda New York'a sanat eğitimi için geldiğinde Andy Warhol'un dikkatini çekmesi hiç de zor olmadı. Bembeyaz bir ten, gözlere çekilmişi simsiyah kalemi ile Warhol'u büyüledi. Beyaz pantolon içine giyilmiş jartiyerli siyah çoraplar ve avize küpeler de cabası. O dönemin bir moda ikonu haline gelmişti.

Harward’daki bütün züppe erkekler irileşmiş gözbebekleriyle karanlığın içinden bakan bu ürkek ve güzel kızla birlikte olabilmek için birbirleriyle yarışıyorlardı. Ancak öteki kızlar gibi değildi. Sevgililerinin aileleriyle tanışmaya gittiğinde masadan kalkıp çimenlerin üzerinde yürüyor ve üzerindekileri çıkartıp öylece sere serpe güneşlenebiliyordu.

Kimse daha önce onun gibi bir şey görmemişti; saydam bir mayo, siyah külotlu çoraplar ve bir süveterden başka bir şey giymiyor, metroya bikinisinin üstüne geçirdiği sabahlıkla biniyor, partilerden çıkmıyordu.

Edie saçlarını Andy’ninkilere uysun diye gümüş rengine bile boyatmıştı. Fotoğrafları Vogue ve Life dergilerinde yer almaya başladı. Oğlansı görüntüsü uniseks modasının ilk örneğiydi. Ancak pürüzsüz yüzündeki meleksi ifadeyi hiç silmediği hatta her gün yeni bir kat makyajın altına gizlediği söylenen Edie pillerini çabuk tüketiyordu. Alkol ve uyuşturucu yüzünden giderek bir hayalete dönüşmeye başlamıştı. Ağzında yanan bir sigarayla uyuyakalıyordu. Hatta bir defasında kaldığı odada mumları devirip yangın çıkarmıştı.

Bob Dylan'ın uğruna harika şarkılar yazdığı bir aşkın tanrıçasıydı o.

Ancak ekonomisi bozulmaya başlamıştı. Vogue, adı uyuşturucu bağımlılığıyla beraber anılan batağa saplanmış biriyle çalışmak istemiyordu. Artık yeni taşındığı ünlü Chelsea Hotel’indeki odanın ücretini bile ödeyemeyecek duruma gelmişti.

Son filmi ”Ciao! Manhattan”da üstsüz otostop çeken ve odasını evinin boş havuzuna taşıyan kendinden bile daha tuhaf bir karakteri canlandırdı. Filmin çekimleri bittikten birkaç hafta sonra da aşırı doz uyuşturucu alarak hayatına son verecekti.
Onun hayatı kötü bir kazaydı. Bir apartmanın en üst katından düşen oyuncak bir bebeği andırıyordu. Üst üste taklalar atıyor, kendini toparlayıp bir yere tutunamıyor ve her seferinde biraz daha parçalanıyordu. Sonunda yere düştü ve hiç başlamaması gereken bu lanetli hikaye sona erdi. O aslında bir Warhol kurbanıydı.
 
 
Joe Dallesandro bütün zamanların en olağanüstü fiziğine sahip bir Andy Warhol ikonuydu. Halen yaşıyor üzülmeyin ama çok yaşlandı. Bu kadar yakışıklı adamlar hiç yaşlanmamalı belki de Oscar Wilde'ın "Darian Grey"i gibi gençlikleri ölümsüzlüğe mahkum edilmeli.

Tanrı her zaman bu kadar kusursuz eserler çıkaramıyor. Lakabı küçük Joe idi. Çünkü "fabrika"ya alınıp o enteresan kısa filmlerde oynatılmaya başladığında henüz 18'indeydi. Yunan tanrıları gibi kusursuz bir vücuda sahipti. Ve sadece kadınlar değil erkekler de ona aşıktı. Kendisi de biseksüelsi zaten. Filmlerinde burjuvazinin yataklarını toplayan, tarlalarını süren, odunlarını kıran, kızları ile yatan bir proloterdir.

En çok neyi ile ünlü olduğunu yazamayacağım ama bir Google'a girip görebilirsiniz. Andy Warhol için bir fetiş objedir o. Adam biseksüelmiş falan ama o dönemin bütün sex objesi güzel kadınları ile birlikte olmuş. Heteroseksüeller bu kadarını beceremezdi inanın buna.

En yakışıklı yazamı 28 yaşındaki zamanıdır (her erkek ve kadın gibi). Burada derin derin iç çekebilirsiniz, ben çektim az önce.

Kendisi Warhol'un ekibinin bolca içine uyuşturucu verdiklerindendir. Tahminim Edie kadar akılsız davranmadığı durumlar oldu ve halen gayet güzel yaşıyor California'da. Hatta geçenlerde bir televizyon programına bile çıkmış.

Yine de herkesin bilmediği sırları olduğunu düşünüyorum ben Dallesandro'nun.. Ölmeden ortaya çıkmayacak olanlardan. Ve yaşıyor da olsa onu da Edie gibi Warhol'un Fabrika kurbanlarından olarak görüyorum.














0 yorum:

Yorum Gönder

Facebook Sayfam

Çok Okunanlar

Twitter Akışı

Rastgele