LOS AMANTES DEL CIRCULO POLAR


 
1998 yılında gösterime girmiş ve yönetmen Julio Médem’in kendi yaşamından izler taşıyan; kendisine 2 Goya ödülü kazandırmış; bütün zamanların en iyi 10 aşk filminden biridir. Madrid sokaklarında ve Finlandiya’nın muhteşem manzaralarında aşkın o derin acısına tanıklık edersiniz.

 
 

Tesadüflerin, korkuların, yalnızlığın, cesaretin, aşkın en karanlık ve aydınlık hallerini , sonuna kadar gidilen inancın, yaşamın en ağır dipnotlarının ve ruhumuzun en derinlerindeki mahkumiyetin, en başa dönmek için geriye koşma isteğinin, kaybettiğimiz hiçbir şeyi yerine koyamama acısının, geriye dönüp baktığımızda gerçek olduğuna asla inanamayacağımız duyguların ve olayların en güzel hikayesidir bu film.
 



Film, okulun metal kapısının yuvarlak gözlerinden yakın çekim görülen bir kağıt uçak ile başlar ve can çekişen bir kadının gözünden yansıyan gözbebeğinin dairesel biçiminin sınırları içinde beliren çaresiz bir erkeğin yüzü ile biter. Kadının gözlerinde yavaş yavaş gözyaşı birikir. Aşk, tamamlanmamışlıkla beslenir. Tüm replikler ezbere bilinmek istenen bir başyapıta dönüşür. Çocukluktan ergenliğe, ergenlikten yetişkinliğe dolu dizgin bir aşk hikayesi.

‘Cesur ol! Cesur ol! '
'Geceler boyu güneşi izleyip seni bekleyeceğim’
‘Yaşamın devreler halinde sürmesi güzel. Ama benimki tek devreli, o bile tam değil. En önemli kısmı eksik .'
 '
Ben neden ölmedim’ ;
replikleri;  film bittikten sonra aklınızda fazlası ile yer edecektir.



Sonra sorarız kendimize : İnsan hayatına böyle bir aşkı sığdırabilir mi? Böylesine saf bir duyguyu taşıyabilir mi?

 


Filmde uçak bir simgedir. Dairesel bütün diğer formlar da öyle. Ve film boyunca her yerde görürüz. Dairesel bütünlüğe dair bu metaforlar daha zekice nasıl filmin içine serpiştirilebilir ki? Ana ve Otto’nun isimleri bile döngüselliği betimler. Hatta yönetmenin adı bile bu dairesel döngüye dahildir. Filmde sembolizm bir çok yerde görülür. Kağıt uçak, kırımızı belediye otobüsü, ren geyiği, benzin bitmesi, tokat atmak, kutup çizgisi birer semboldür. Ve her biri ayrı bir mana taşır. Aşık olma paradoksunun bir senfonisidir bu film.
Bu arada Küçük Otto karakterinin yönetmenin gerçek oğlu olduğunun da altını çizelim. Çok başarılıydı.



“Bu aşk öyle derin, öyle inatçı, öyle tutkulu ki ; senden uzağa kaçacağım. Ve fizana gitsem de beni bulup saklandığım yerden var edeceğini umacağım.

Güneşi izleyeceğim ve hep gelmeni bekleyeceğim.

Git desem de gelir misin?
Senden kaçsam da peşimden beni izler misin?
Herkesin unuttuğu, kimsenin olmadığı kutuplara gidecek kadar ileri gitsem de; gidişimin tek ve yegane sebebinin sen olduğunu anlar mısın?

Sensiz yapamayacak kadar çaresiz olduğuma uyanır mısın?

Sen gidince dünya ıssız olacaksa, dünyanın ıssızında senin gizli ümidinle baş başa kalmayı seçecek kadar bir zır delinin sınırsız aşkına sen de boyun eğer misin bir gün ?

İstersen istediğin gerçeğin sonunu masal gibi yazarız biz.

Sen öyle bir sihirbazsın ki, istersen beni yoktan var edersin.

Yok oluşumun altına kendi elinle imzanı attığın gibi, varoluşumu da kendin yaratır mısın? 

Yalvarmak, ayaklarına kapanmak, çaresizce gözlerine hüzünle bakıp, bana geleceğini ummak. Bunlar bile anlamsız geliyor. Bazen konuşmak, ifade etmek ne kadar anlamsız değil mi?
Yaşamımın her gününe şahitsin.

Evvelim sensin, sonram sen.

Gün doğacak, gün batacak; ben ıssız bir yerde, yalnızlığımda; gizli bir ümidimle gelmeni bekleyeceğim. ‘
 
Otto..

0 yorum:

Yorum Gönder

Facebook Sayfam

Çok Okunanlar

Twitter Akışı

Rastgele