WAKE UP IN SAN FRANCISCO


California'nın en kuzeyinde San Francisco'da , şehri Telegraph Hill'den şehri seyrediyorum. 


Şehir olağanüstü güzelliği ile ayaklarımın altında uzanıyor. San Francisco'nun en yüksek tepesindeyim ve benim gibi bu manzarayı seyretmek üzere gelmiş başka insanlar da var. Alex,  "Nasıl, manzara söylediğim kadar var mıymış ? " diyor. "Evet , harika görünüyor diyorum.. Sonra parmağı ile tek tek uzaktan şehri tanıtıyor kaba taslak, "bu şehrin her yerinde itfaiye binaları var", diyor.. 1906'daki deprem sonrası çıkan büyük yangında şehrin büyük bir kısmı yok olmuş. Hatta Jack London "Depremde hiç bir kent bu kadar yıkılmamıştır, San Francisco yok olmuştur" der.  Yardım her yere yetişememiş, o yüzden belediye bu anlamda çok titizmiş. Şehrin her yerinde, yangına önlem için olağanüstü bir sistem kurulmuş. Alex benim San Francisco'daki rehberliğimi yapıyor. Sonrasında başka başka diğer çocuklar gibi. Her güne bir gönüllü rehberim var ve kendimi çok şanslı hissediyorum. 




Telegraph Hill'e çıkarken Castro denen bir eşcinsel cumhuriyetinin içinden geçiyoruz. Bu bölge için farklı bir isim bulamadım. En uygun tanım bu olacak. Kendilerine özel bayrakları bile var. Altı renkli bir bayrak. Yanınızdan geçen şu olağanüstü yakışıklı adam muhtemelen sizinle hiç ilgilenmeyecek, ama ileri de gördüğünüz pantolonlu kızın gerçekten çok ilgisini çekebilirsiniz. Burası kurtarılmış bölge ve karşı cinsin hiç bir anlamda şansı yok gibi görünüyor. 


Castro, 1970'lere kadar bir işçi mahallesi iken 70'lerden sonra dünyanın en büyük eşcinsel aktivizminin merkezine, cumhuriyetine dönüşmüş. 2.Dünya Savaşı zamanında eşcinsel Amerikalı askerler savaş alanlarından taburcu edildikten sonra büyük bir kısmı San Francisco'ya yerleşmiş. Önce işçiler varmış bu bölgede ama daha sonra İrlanda'lı eşcinseller yoğunlaşmaya başlamış, sonra da dünyanın her yerinden Amerika'nın her bölgesinden eşcinseller buraya yerleşmiş. Castro'da, mağazalar, marketler, herşey onlar için.. Olağanüstü bir stilleri var, dar kot pantolon,siyah ya da çöl kumu genellikle renkli savaş botları, dar T-shirt ya da, bir Izod timsah gömlek , muhtemelen kırmızı ekose flanel dış gömlek ve genellikle zaman bir bıyık veya sakal. 

Castro'da 1980'lerden sonra HIV, AIDS virüsü çok yaygınlaştığı için devler buraya güvenli sex anlamında çok ağırlık vermiş. Bir anlamda bilinçlendirme akımı başlamış. Bir nevi, tercihlerine müdahale etmeden onları korumaya almış. 


Şehrin Golden Gate köprüsü sanırım dünyanın en ünlü köprülerinden biri, San Francisco denince akla gelen imaj kızıl silüetiyle iki katlı Golden Gate köprüsü. Dünyada en çok intihar edilen köprüymüş burası. Yapımında da onlarca işçi rüzgara kapılıp ölmüş. Bu şekilde bir namının olması hüzün verici. Ama ihtişamı gerçekten göz kamaştırıcı. Üstelik köprünü bir yaya yolu bile var. 




Ve Golden Gate Köprüsü kadar ünlü Golden Gate parkı. 



Parkın yukarıdan görüntüsüne bakarsanız ne söylemek istediğimi anlarsınız. Burası şehrin ciğerleri, bir anlamda oksijen çadırı. İçinde müzeler, botanik bahçeler, göletler, yüzlerce ve belki binlerce çiçek ve ağaç çeşitleri barındıran , bisikletle dolaşma imkanınız olan muaazam bir park. 




Tabi ki benim Golden Gate Parkındaki favori bahçem, Japon Bahçesi.. Japonların bu konuda kimse eline su dökemez, görünce anlıyorsunuz. İçinde Japon mutfağının da olduğu, çok enteresan japon çaylarının da ikram edildiği bir kafe bile var. Bu cennete her zaman yolunuz düşmeyebilir. Oturup bir dinlenin, huzuru içinize çekin derim.

Şehir merkezi Market Street ve Union Squere Meydanı, San Francisconun kalbi. Bütün ünlü ve şık mağazalar, restaurantlar, alış veriş merkezleri burada. Ve günün her saati İstanbulu'un Taksim Meydanı gibi olağanüstü kalabalık. Burada kalkıp da fast food falan yemeyin bence, gidin düzgün bir lokantada NewYork Style et yiyin. Dünyanın hiç bir yerinde bu kadar lezzetli et olduğunu sanmıyorum. 5 cc kalınlığında, az pişmiş ya da orta pişmiş, içi halen pespembe ya da kırmızı olmalı. Yüksek ateşte ızgarada yapılıyor ve et kanlı. Ama kelimelere sığmaz bir lezzette..



San Francisco deyince başka akla ne gelir , elbette inişli çıkışlı yokuşları ve bir çok filme sahne olmuş, o yokuşlardan zıplayarak çıkan hızlı arabaları. Bu şehir minyatür bir biblo gibi. Tramvaylardan birine binin ve etrafı seyrede seyrede , o meşhur San Francisco evlerinin pasta gibi sıralanmış silüetlerini seyrede seyrede deniz kıyısına kadar inin.. Hayran kalacaksınız. Bu kadara estetik, bu kadar karakteristik binalar dünyanın hiç bir yerinde olmayabilir. 






Bir nevi Viktoria Evleri. Benim içinde en çok yaşamak istediğim evlerden. Bu evler bir masaldan fırlamış gibi. 

Deniz kıyısına ulaştığınızda bambaşka bir ambians sizi bekliyor. Her yerde kızartma kokuları var. Kızarmış karides, kızarmış balık, kızarmış istakoz, kızarmış kalamar, midye vs.. Ama bunları yemek istemezseniz Alex ile ben gibi gidip bir Meksika Lokantasında Tako yiyebilirsiniz. Gerçi o gün için kötü bir tercihti. Çok sevmemiştim ama insan bazen yanlış seçimler yapabiliyor böyle. Hava alev aley yanıyor ve Eylül sonundayız. Burası Türkiye'nin kıyı kasabaları gibi : Fisherman's Wharf.. 



İnsanlar mini şortlarla incecik bluzlerle dolaşıyorlar ve benim gözüm hediyelik eşya dükkanlarında, magnet bakıyorum. O kadar çok çeşit var ki, hangisini alacağımı şaşırıyorum. Deniz kıyısında dev foklar var, güneşleniyorlar, yaklaşıp onları seyrediyoruz. Sonra da denizin üzerinde dünyanın en azılı mahkumlarının , en dramatik hikayelerinin yaşandığı Alcatraz Hapishanesine bakıyoruz. Belli saatlerde tekne ile geçip dolaşabiliyorsunuz. 




Hükümlülerin sayılarla isimlendirildiği Alcatraz'da çok basit temel gereksinimler dışında hiçbir ayrıcalık yokmuş. Cezaevi kitaplığından yararlanmak için bile en az beş yıl sorun çıkarmayan bir mahkûm olma şartı aranıyormuş, aşırı akıntıyla çevrili adadan kaçışın çok zor olduğu hapishane koşulları, esir kamplarına benziyor.. Sığınma yeri, yemek, kıyafet ve sağlık yardımının dışında hiçbir şey verilmiyormuş. Çoğu mahkum, günün 23 saatini hücresinde geçiriyormuş. Ancak fırsat gelirse, dışarıya -temizlikçi olarak- bir saat kadar çıkabiliyorlarmış.  Adanın etrafı ise soğuk körfez suları ve bolca köpekbalığı ile çevrili. Şu sıralar turistik mekan durumunda olan Alcatraz’dan -hepsi başarısızlıkla sonuçlanan- 14 adet kaçma girişimi olmuş. Çok hüzünlü bir görüntüsü var. Dünyanın en feci en ağır hapishanesi olarak biliniyor. 
Öldürülmeden önce, gardiyanların bahsi üzerine gladyatör gibi dövüştürülen mahkumlar, yataklarına zincirlenen hamile kadınlar, yüzlerine yanıcı madde dökülen, yerlerde sürüklenene kadar elektrik verilen mahkumlar, bir nevi cehennemin yeryüzündeki öbür adı. 
San Francisco'dan biraz uzaklaşarak Mountain View'a gitmek isterseniz orada mutlaka kapısından girmeniz gereken olağanüstü lezzetli bir Japon Lokantası var. Satsuma.. Satsuma dünyanın en iyi suşi restaurantı kabul ediliyor ki, aksini iddia etmek çok zor. Çünkü dünyanın en iyi suşi ustaları San Francisco'da yaşıyor. Suşinin içine kullandıkları malzeler o kadar aşırı afrodizyak içeriyor ki, yemeği yedikten sonra şehri dört tur koşabilirsiniz. böyle bir şey hiç görmedim. Suşi değil, çok başka bir şey bu..
Mountain View, aynı zamanda California'nın silikon vadisi. Bugün, dünyanın en büyük teknoloji şirketleri dahil olmak üzere pek çok kuruluş ve şirket burada; Google ve Mozzila gibi.



Mountain View'den sonra Santana Row'a mutlaka gitmelisiniz. Burası San Jose'nin lüx bir alışveriş, eğlence ve yerleşim merkezi. Sokaklar ünlü mağazalarla dolu ve pırıl pırıl, barlardan gelen müzik sesleri sizi içine çekiyor ve çok eğlenceli ve yaşayan bir yer. Santana Row'un iki büyük ödülü var.CELSOC Mühendisliği Mükemmeliyet Ödülü  ve   Builder Magazine 2003 yılında Yılın 'ın Projesi.


Vaktiniz varsa Valencia'da bir içki içmeden dönmeyin. Burası hem çok şık bir butik otel, hem bar, hem de restaurant.. Ve Santana Row'un tam göbeğinde.


  2 yorum:

  1. Armagancim,Santana Row'da yasayan biri olarak yazini cok begendim..Ancak bu kadar guzel bir anlatim ve tanitim olabilirdi..Musaade edersen bir iki ekleme yapmak istiyorum .Napa Valley ,California saraplarinin her bir markanin kendi uzum baglari icinde olan uretim merkezlerinde uretimlerini tadip ,saraplarinin satildigi ucsuz bucaksiz doganin ve uzum baglarinin icinde cesitli restorant ve otellerin oldugu bir bolgeyi atlamamak lazim diye dusunuyorum..:) Bir de Fisherman"s a gelen tum turisterin mutlaka ziyaret ettigi cikolata fabrikasi var..:Eskiden orada Ghirardelli Cikolata Fabrikası’nın bulunması nedeniyle meydan da bu ismi almis Fabrika baska bir sehre tasınınca oranın dokusu aynen korunarak, yerine, bugun icerisinde bir çok dukkanın bulunduğu plaza kurulmus .. Plazanın icinde Ghirardelli marka cikolataların satıldığı iki cikolata magazası var. Cikolata severler icin tatli bir deneyim :) Kalemine saglik..Muhtesem bir gezi kitapcigina hazirlik olmali bu yazilarin..Devamini bekliyorum..Sevgiler..:)

    YanıtlaSil
  2. Çok teşekkürler Rüçhancım :) İlave bilgilere çok memnun oluyorum. Üstelik ben de yeni yeni bilgiler edinmiş oluyorum. Katılımın için sonsuz teşekkürler, çok mutlu oldum..

    YanıtlaSil

Facebook Sayfam

Çok Okunanlar

Twitter Akışı

Rastgele